Cezmi Ersöz
1959 yılında İstanbul'da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra eğitimine İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nde Siyaset ve Kamu Yönetimi Bölümünde devam etti. Edebiyat yaşamının başlangıcını edebiyat dergilerinde yayımladığı şiir ve eleştiriler oluşturdu. Daha sonda Cumhuriyet, Güneş, Özgür Gündem, Aydınlık gibi günlük gazetelerde yazıları ve röportajları yayımlandı. Ardından haftalık Deli dergisinde yazdı, halen Leman dergisinde yazıyor.
Kendi Kaleminden
" BEN YAZARKEN KENDİ YÜZÜME TÜKÜRÜYORUM "
Geriye Doğru Baktığımda...
Geriye doğru baktığımda, çünkü ancak böyle anlaşılıyor bazı şeyler, ben aslında ilkokul 4.-5. sınıftan itibaren yazar olmayı kafama koymuşum. Ama bu ciddi, planlı projeli bir düşünce halinde değil. Tabi babamdan gelen Kuvay-ı Milliye, Kemalistlik, subaylık da var. Bu yüzden iyi, yardımsever, dürüst, çevresinde sayılan sevilen adam yani bir tür kahraman olmak üzere yetiştirildik biz. Çok küçük olanaklarla zengin çocuklarının önüne geçme projesi...Kemalizm biraz da böyle bir proje. Hadi bakalım kendinizi gösterin projesi, romantik bir proje bu. Öte yandan korkunç bir oyun bu. Baştan aşağı yanlış hesaplarla dolu. Belli olanaklar babanın maaşı belli, makarna yumurta yiyorsun, hadi bakalım benim çocuğum nasıl geçecek sizi projesi, üstelik iyi adam olacak ve onları da geçeceksiniz. Okuduğun okul belli,mahalle devlet okulları.
Kabataş Erkek Lisesi'ne kaydımı yaptıracaktım. Babam hastaydı, ayakları şişmişti. Makasla pantolonunun paçalarını kesmişti ve ayağında terlik vardı. Çok komik görünüyordu. Emekli bir albay fakat cebinde parası yok. Müdür "çocuğu yatılı verin" demiş. Ev Suadiye'de okul Ortaköy'de. O zaman köprü de yok. Gidiş-dönüş 4 saat. Ama yatılı parası yok. "Gündüzcü olsun, gitsin-gelsin" demiş babam. Tartışmışlar. Müdür, "almıyoruz çocuğunuzu okula" deyince babam çıkarmış beylik tabancasını müdürün masasına koymuş. "Alıyor musun almıyor musun?" odadan bir çıktı, kıpkırmızı bir surat. "Gemileri yaktık oğlum" dedi. "Baba ne gemileri..." dedi ki; "Oğlum durum ciddi". Küçük çelimsiz bir çocuğum. Kaydımızı yaptırdık, girdik okula. İlk dönem iki zayıf geldi karneye. Hiç unutmuyorum, babam "teessüf ederim" dedi. "Ulan bu okulda birinci olcam" dedim.
Can Havliyle...
Memur ailelerinde bir çalkantı vardır. Can havliyle okursun, can havliyle yaşarsın. Uzun vadede ne olacak diye düşünemezsin. Lisede üniversiteye girebilmek için fen bölümlerinden mezun olmak gerekir. Ben de fen bölümündeydim. Arasıra edebiyat sınıfına giderdim. Millet orada Necatigil okuyor, Orhan Veli, Özdemir Asaf okuyor. Özeniyorum onlara, çünkü onlar edebiyat deyip kaybetmişler zaten. Üniversiteye giremeyecekler ama mutlular. Ben başarılı olmayı mutlu olmaya yeğ tuttum. Çünkü başarılı olmak zorundaydım. Ailenin seni bir kere daha okutma şansı yok. Sınıfı geçmek zorundasın. Halkalar çok gevşek yani. "Hadi lan bu sene de asayım, hayatın tadını çıkartayım biraz" dediğin anda kayarsın. Yani can havli söz konusu olduğunda kimse kimsenin bohem macera arayışını taşıyamaz. Böylece edebiyat hep gizli, yasak bir tutku olarak varoluyor bende. O da meğer yaşamının ta kendisi olmuş, meslek değil yani.
Kemalizm'e gönül bağlamış...
Kemalizm'e gönül bağlamış ve kaybetmiş bir aile benim ailem. Danslar, tangolar, radyo piyeslerine ağlamalar, arkası yarın'lar üzerine sohbetler... Bir ütopya yaşamışlar, ama ütopya duvara çarpmış. Benim babam o ütopyanın duvara çarptığını Özal'la anladı. Kemalizm'in kaybettiğini, Kemalizm'e gönülden bağlanan o samimi insanların kaybettiğini babamda gördüm. Babamla beraber ben de yenildim. Çünkü ben o tarihe ne, o insanların yenilmişliğine tanığım.
Cezmi Ersöz Kaybetmeye...
Cezmi Ersöz kaybetmeye mahkumdur. Kaybettikçe haz alıyorum. Mazoşizm değil bu. Benim ruhum böyle oluşmuş. Kaybetmek bana şiirsel bir tad veriyor. Ayağım kaydıkça, birileri tarafından kazandığım başarı elimden alındıkça ben kendime "Hah tamam şimdi sensin" diyorum. Ben kaybedince kazanıyorum. Kendimle buluşuyorum. Yenilgiyi öven birisi değilim. Ama bu kadar adaletsiz bir toplumda başarılı olmak bana "yanlış mı yaptım?" sorusunu sorduruyor. Bu soruyu sorunca kendime tezgah açıp, kendime çelme takıyorum. Bunu yapıyorum ki beni okuyan, yazılarımı seven insanlara biraz daha yaklaşayım, hiç olmazsa onlardan kopmayayım. Başarıyı küçümsememizin bir nedeni de bilinçaltımızdaki korku ile ilgili. Başarıyı istemiyor muyduk? Hem de çok. Biz zaten başarıya koşullandırılmış çocuklardık. Ancak öte yandan kazandığımız başarının tadını biraz olsun yaşayamadan, zenginlerin, iktidar sahiplerinin, güçlü insanların gelip hemen elimizden alacağını düşündüğümüzden, belki de bu acıyı hafifletmek için başarıyı küçümsedik. Kendi oyununu, kendi başarını gölgeleme isteği.
İnsanlara Bakıyorum...
İnsanlara bakıyorum, inanılmaz bir tutarlılık çizgisi izliyorlar. O insanlar kendi oyunlarını asla bozamazlar. Benim binlerce okurum var. Fakat hiçbir basın organı Cezmi Ersöz'den bahsetmiyor. Ben bunu kendim yaptım. 28 yaşımda egemen medyaya tavır aldım. Yani tabancayı masaya koydum, gemileri yaktım. Onlar da benim ve benim gibilerin onların hamurundan olmadığımızı anladılar. Bugün paraya ihtiyacım olur, anlaşma yaparım, üç gün sonra herşeyi yazar çeker giderim, ellerinde patlarım yani. Ciddi bir misyonun sahibiyiz bu anlamda.
Açık Konuşayım...
Bazı şeyler giderek netleşiyor. Eurogold bütün gazetelere tam sayfa, yarım sayfa ilanlar verdi. Açık konuşayım, Öküz ve Leman dergisi Eurogold'un ilanını alsaydı, ben bir daha oraya imzamı atmazdım. İnsan yazar arkadaşından da bu kadar dürüstlüğü bekliyor. Ama zaten holdingçiler bıçaklamadı bizi, en büyük darbeyi sağımızdan solumuzdan en yakın arkadaşlarımızdan yedik. Benim çok sevdiğim insanlar acı çekerek öldüler. Hayatlarını örnek aldığım, beslendiğim, gönül bağı kurduğum insanlar çok düşük maaşlarla, köşelerinde, hayattan istifa etmiş vaziyette çığlık çığlığa öldüler. Şimdi benim onların anılarına sadık olmak gibi bir misyonum var. Eğer ben Eurogold'un ilanını basan bir yerde yazarsam onlara haksızlık etmiş olurum. Bu dürüstlük anlayışına bugün aptallık gibi bakılıyor.
Tesadüfler ve Kaos
Tesadüfler, kaos...bizim hayatlarımızı birisi filme alsa kimse inanmaz. Absürd, akıldışı, tuhaf... Mesela ben pazarcılık yapıyordum. Mahmutpaşa'dan elbezi, havlu filan aldım. Pazarın en kötü yerindeyim, mafya var orada, yağmur yağıyor, havlular ıslandı. Bir baktım bir müşteri geldi. Aaa annem! "Kaça havlular?" dedi. Yarısını anneme sattım. Bir başka zaman salça aldım. 25 kg. salça. Getirirken elimi kesti, yağmur yağdı, vapura zor attım kendimi. Açtım, bozuk çıktı. Zarar ettim. Akla mantığa uyan yanı yok yani. Beyoğlu Rumeli Han'da dayımın yanında ofisboyluk yaptım. Bankaya para yatırır, vergi dairesine, defterdarlığa giderdim. Çay, dosya, sigorta bildirgesi taşıdığım yerlerde şimdi imza istiyorlar. Her şey akıldışı gelişti çünkü. Mantığı yoktu. Hiç bir şey planlanmamıştı. Yine de ben o rastlantılardan, büyülerden, esinlerden yanayım. Sait Faik'de sistem mi vardı? O rastlantılarla yaşayan bir insandı. Hayatlar onu çekerdi, insan yüzleri onu çekerdi, bakışlar, adını koyamayacağımız bir takım insan davranışları, içsezişler ve yoğun duyarlılıklar onu çekerdi. Ekollerin adı sonradan konulmuştur. Oğuz Atay'ı da bu nedenden çok seviyorum. Küçük memur ailesi, plan program yok, anlık duygular...
Eserleri
Kafka Market (Aykırı Yazılar, 1991)
Hayat Bir Emrin Var mı? (Deneme, 1993)
Şehirden Bir Çocuk Sevdin Yine (Şiir, 1993)
Haritanın Yırtılan Yeri (Röportajlar/Yazılar, 1994)
Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni (Deneme, 1994)
Son Yüzler (Röportajlar, 1994)
Saçlarının Kardeş Kokusu (Deneme, 1995)
Annelik Oyunu Bitti (Deneme, 1996)
Kırk Yılda Bir Gibisin (Yazılar, 1997)
Yok Karşılığı Yüzünün (Yazılar - Şiirler, 1997)
İçime Gir Ama Sigaranı Söndürme (Öykü, 1999)
Bana Türkçe Bir Ekmek Ver (Öykü, 2000)
Sizofren Aşka Mektup (Mektuplar, 2001)
Yine Seninle Geldi Hayat (Deneme, 2002)
Açıkla Bana Bu Işığı (Deneme, 2003)
Hayallerini Yak Evi Isıt ( 2003)
Ölürsem Beni Seninle Ararlar Şimdi (Deneme, Kasım 2004)
Suçtur Umutsuzluğa Kapılmak (anlatı, Ocak 2004)
Zarfını Ben Açardım Sana Yazdığım Mektupların (Deneme - Mektup, 2005)
Derinliğine Kimse Sevgili Olamadı (Deneme, Şubat 2006)
Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk (Tiyatro 2007)
Açıkla Bana Bu Işığı (Otobiyografi 2007)
Hata Yaptıysam Aramızda Kalsın (Yol Öyküleri 2008)
Cezmi Ersöz Şiirlerinden Örnekler
AŞK OLSA GEREK
Öyle tutkuluydun ki hayata başlarken...
Şimdiyse küçücük bir çiçek teselli ediyor seni...
Aradaki o büyük boşluğun adı,
aşk olsa gerek...
AŞKTAN NEFES ALAMADIĞIM O YERDE
Çocukluğumun bahçesiydin sen
bütün bilinen mutluluklardan uzakta,
o sarışın akşam üstlerinde,
ıstırabın eşiğinde...
Nefesim sıkıştığında seni sevmekten
ömrünü okurdum o acı neşede,
boşalırdı ağzımdan o kanlı nefes
sonra çok özlendiği için acımasızca talan edilen
her baharda dönerdim oaraya...
O sarışın akşam üstleri
hiç gitmediğim uzaklardan döndüğüm yer olurdu...
Bilinen bütün mutluluklardan uzakta
kalırdım orada,
kalırdım çocukluğumun bahçesinde,
aşktan nefes alamadığım o yerde...
BİR DAHA UYANMAZDIN
Martıların sana doğruyu
söyleyecekti
arzu tramvaylarına binmeseydin Acıların seni yeni bir şehre götürecekti
Yürüyüşüne vurulmasaydın...
Tuhaf, ele geçmez, tehlikeli bir hayvandın
Şehrin yaban adamları sana öyle bakmasaydı
uyur, bir daha uyanmazdın...
BOŞLUĞUNU SOLUDUĞUN HAYAT
Öğrendiğin her şey,
susup arkanı döndüğün,
yenildiğini unutup,
güzelliğini sonuna dek yaktığın herşey
seni senden kurtarmıyorsa
ne anlamı var hayatının sana sevgili...
Masumiyetin kimi zulümden kurtardı, söylesene
Hem bu arzuda onun adı bile geçmez...
İstikbalin sıradan bir ayrıntı
bu telaşta
Ne yapsan göğsünde hayatına yabancı bir zaman
birikiyor...
Borçlu değildin ömrüne üstelik...
Ama ne yapsan boşluğa açılan
bir kapı oluyor hayat,
ne yapsan büyüyor o boşluk...
Ne yapsan suçlu değilsin,
sadece yerçekiminden muafsın...
O derin ıstırabınsa
seni hayata alışmaktan koruyor sadece...
Oysa bu bile umurunda değil...
Geleceğin ellerinde sıcaklığı üşüyen
bir mum sadece... Gördüm...
Geleceğin ellerine yapışan o soğukluk...
Durmadan ömrüne yapışan bu gerçeği soluyorsun sen...
Durmadan o aşkı soluyorsun...
Durmadan ciğerlerini yakan o büyük soğumayı...
KENDİNİ SAKLAMA ÇİÇEKLERİ
Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk
seninle
içinde güvensizlik ağaçları,
küstüm otları
kendini saklama çiçekleri
Özlem kirlibir kan gibi yüreklerimizi boğmasın
yalnızlık karanllık bir orman gibi
çökmesin içimize diye
biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle
Önümüzde dokunuşlardan uzak,
İnsafsız ve çok uzun bir kış var diye
koca bir yaz kendini saklama çiçeklerini
suladık durduk yalnızca
Biz aşk bahçemizi küçük
çok küçük tuttuk seninle...
SENİN OLMADIĞIN YERDE
Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa
ben koca bir hayat sığdırdım...
Beni sevmemene isyan edip kaçmak,
sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak,
ruhumun en büyük yanılgısıydı...
Hayat bana en acımasız yüzünü
sevgini inkar ettiğim zamanlarda gösterdi...
Ve şimdi asıl olmam gereken yerde,
hayata başladığım yerde,
kalbindeyim...
Vazgeçilmez oluşunun sırrı bu işte:
Senin olmadığın yerde ne olduğunu biliyorum...
KURTLARLA ve ANNENLE DANS ET
İnsanın annesini sevmesi
kendisini sevmesi değil midir
aslında
Kendi hayalgücünü ve o korkunç
düşlerini
Saatinin içini aç, annen
sana bakacak
Öp anneni, tanrıyı anımsa
Beslenme çantana koymayı unutma
karakutunu
Kurtlarla ve annenle her sabah
dans et
Kurtlarla ve annenle her akşam
dans et...
Sen oradasın
Yazılmamış bir şiir gibi...
Saf ve masum
Bütün öfkem bu sana
Başeğmem ve sonsuzca
arzulamam.